Skip navigation

Tag Archives: contemporary

Türkiye’de fotoğrafçı olmanın zorlukları nelerdir? Kendinize nasıl bir yol çizdiniz?

Yaratı alanlarının herhangi birinde geçerli olan zorluklar fotoğraf alanında da var. Yani; teknolojinin ve dolayısı ile teorinin bizim topraklarda geliştirilmemiş ve hâlâ da geliştirilmiyor olmasının getirdiği bazı oturmamışlıklarla mücadele etmek zorunda kalınabiliyor. Ek olarak, fotoğrafın, yani imgenin ne derece güçlü bir iletişim aracı olduğunun, algı yönetimi ile olan ilişkilerinin, metin ile olan bağlarının yeteri kadar farkında değil gibiyiz. Kendime çizmeye çabaladığım yol şöyle: İdealize edilmiş bir gerçeğin peşinde koşmaktansa, şahsi algıma en yakın görsel tasvirin ardından gidiyorum. Serilerle paylaştığım kavram metinleriyle de fotoğrafın aktar(a)madığı içeriği paylaşma yöntemini seçiyorum.

Üretim yaparken ne kadar deneysel olabiliyorsunuz? Piyasa koşullarına ayak uydurma baskısı oluyor mu?

Piyasaya ayak uydurmak gibi bir endişem yok, çünkü sanat dünyasına herhangi bir minnetim veya güvenim yok; diğer bir deyişle, sanat ortamının ipiyle kuyuya inmem. Tek gelir kaynağım eser satmak da olmadığı için, olası bazı baskılardan uzak kalabiliyorum. Beni rahatsız eden önemli bir olgu ise şu: Türkiye’de sanatçılar ve eserleri bir külliyat, bir bütün olarak algılanmıyor; daha çok belli serileri ön plana çıkartılıyor. Bu yüzden de azımsanmayacak sayıda sanatçının yıllardır aynı şeyleri yaptığını görüyoruz. 1 ya da 2 seriden ibaret bir sanatçı olarak algılanmayı reddediyorum, bir sürü farklı içerik ve görsel dili olan çalışmalarım var. Bunları paylaşabilmek için gelen grup sergisi tekliflerini değerlendiriyorum. Yakın zamanda ise atölyemi açtım ve galerilerde sergilenmeyen eserlerimi buradan paylaşacağım.

Kimlerin fikirleri üretiminizde etkili oluyor?

Sözüne değer verdiğim, görece bağımsız duruşu olan, kendini tanrı katında görmeyen, yaptığı işi özen, tutku ve ciddiyet ile yapan kültür-sanat dünyası insanlarının (sanatçı, küratör, sanat yöneticisi, izleyici, akademisyen, vb.) yapıcı fikirleri beni etkiler. Ama, bizim sanat dünyasının kısır döngüleri dolayısı ile ne yazık ki bu anlamda bir beslenme arzu ettiğim, ihtiyacım olan kadar gerçekleşmiyor. Genellikle ya aşırı övme ya da yıkıcı çamur atma halleri tercih ediliyor, ki bunun sanatçıya pek faydası yok.

Türkiye’de fotoğraf bilinci sizce ne kadar gelişmiş? Bu konuda neler yapılabilir?

Her geçen gün artıyor olsa da, daha tam oturmuş değil. Farklı tavırlarda iş yapanların çeşitli etkinlikler (seminer, konferans, sergi, portfolyo günleri vb.) aracılığı ile daha sıklıkla bir araya gelmeleri ve birbirlerinden beslenmeleri gerekiyor. Fotoğrafçıların çoğunluğu nesillere ayrılmış durumda ve her nesil birbirine burun kıvırıyor. Bunun sorumluluğunun, tümüyle olmasa da, biraz küratörlerde olduğunu düşünüyorum; farklı nesilleri kavuşturmayı amaçlayan çağdaş fotoğraf sergilerini neredeyse hiç göremiyorum. Ayrıca, Fransa ve İran’daki gibi, senenin belli bir ayının (mesela Kasım) fotoğraf ayı olarak belirlenmesi ve tüm kültür sanat ortamının bu ay boyunca fotoğrafa odaklanması çözümlerden birisi olabilir.

Son yıllarda internet sayesinde herkes fotoğraf çekmeye yönlendi. Sosyal medyanın fotoğraf sanatına nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?

İletişimin giderek görsel ağırlık taşımaya başlaması bana insanlığın mağara resimleri üzerinden iletiştiği ilk günleri hatırlatıyor ve bu yüzden hiç yadırgamıyorum, görsel iletişim en temel iletişim platformu çünkü. Fotoğrafın daha kolay çekilebiliyor, editlenebiliyor ve paylaşılabiliyor olmasının, fotoğrafın içeriği ve estetiğine temsil-algı düzleminde yeni boyutlar kazandırabileceğini düşünüyorum. Görsel paylaşımlar arttıkça imgenin anlamı üzerinde daha çok kafa yormaya başlamamız ve bu sayede görsel okuryazarlığın genel düzeyinin artması söz konusu.

Yurtdışında bir fotoğrafçı olsaydınız sizce şu anda kariyerinizde ne noktadaydınız? Neden?

Örneğin bir Almanya, Finlandiya veya Japonya gibi fotoğrafın güçlü olduğu bir coğrafyada, burada olduğum konumda olsaydım; devlet ve/veya özel sektörden destek alıp daha büyük ölçekli ve daha uzun soluklu projeler yapabilirdim, daha çok kitabım olurdu, daha çok müzede eserim olurdu, uluslararası görünürlüğüm daha da artardı, akademik üretimimin sanatsal pratiğimle olan bağı değer kazanırdı, ulusal TV kanalları çoktan bir belgesel teklifinde bulunmuşlardı, vb. Uzar gider…

Kendinize örnek aldığınız, üretimlerinizde etkilendiğiniz sanatçılar kimlerdir?

Genel geçer moda akımların ve yaklaşımların dışında kalmayı becerebilenler; sayıları çok, saymayayım…

Sanatçı kitapları fotoğrafçılar için neden önemlidir?

Web sayfası herkesin erişimine açık, bu anlamda çok değerli. Ama kitabın izleyici ile ilişkisi farklı; kitap evde bir yerde durur, 3-5 sayfa bakar yerine koyarsın, sonra 3-5 gün / hafta / ay sonra tekrar bakarsın. Kitap evde yaşar, devamlı seninledir, kendini sana hatırlatır arada… Web sayfasının bu anlamda varlığı çok daha geçici, bir izleyicinin web sayfasına tekrar tekrar dönebilmesi için sanatçı ve eserlerine gerçekten takmış olması gerekiyor, ki hayatta kaç tane böyle meraklın olabilir ki?

Genç bir fotoğrafçıya nasıl önerileriniz olur?

Kendi her daim genç hissetmesi…

Baskılarınızı nerede-nasıl yapıyorsunuz? Kullandığınız malzeme/teknik ve içeriğiniz hakkında nasıl bir bağ var?

Baskılarımı DİFO’da C-print olarak yaptırıyorum. Eserin görsel içeriğine ve nerede, ne koşullarda sergileneceğine göre, Fuji Pearl parlak metalik veya mat fotografik kağıda, dijital dosyadan yola çıkarak kimyasal yöntemlerle bastırıyorum. Arada duvar kağıdına baskı veya lantiküler baskı tercih edebiliyorum, mürekkepli baskılara çok ilgim yok. Gene bağlama göre Diasec finiş, veya salt baskının kendisini sergiliyorum. Serinin içeriğine göre farklı sergileme biçimleri ve boyutlar tercih edebiliyorum.

Facsimile Vol.2’de yer alan Facsimile serisi, bir önceki serginiz ve seriniz olan Muta-morfoz’dan sonra nasıl bir kapı açıyor izleyiciye?

Kısaca açıklamaya çalışırsam, Muta-morfoz içeriği yoğunlaştırırken Facsimile seyreltiyor. Muta-morfoz şehirlerin kolektif yapısına, farklı zonların yanyanalığına, farklı kent bileşenlerinin vazgeçilmezliğine vurgu yaparken; Facsimile kentin içindeki güç dinamiklerini görünür kılmayı amaçlıyor.

“Yeni Türkiye” adlı bir monografiniz yayımlandı kısa süre önce. Bu kitapta 2000’li yıllardan bu yana ürettiğiniz işler bir araya getiriliyor. Farklı zamanlarda ve coğrafyalarda çekilen bu farklı seriler bu monografide nasıl bir “bir arada oluş” sergiliyor sizce?

Kitapta Türkiye’nin son zamanlarda içinden geçtiği süreçleri konu edinen bir sanat, fotoğraf ve metin birlikteliği var. Türkiye’nin son 10-20 yıllık dönemde bir atılım gerçekleştirdiğini, ya da atılım gerçekleştirmiş gibi durduğunu söylemek olası. Fotoğraf dolayısıyla gittiğim farklı yerlerde insanlarla sohbet etmeyi severim. Genellikle de siyasi konular açmayı tercih ederim, ki nabız tutabileyim. Bu sohbetlerden anladığım kadarı ile, sıkıntı çeken hala sıkıntı çekmeye devam ediyor. Sözü geçen atılım belli ki zaten zengin olana yaramış, özellikle de yandaş olanlara. Bu kitapta arka arkaya eklemlenen seriler bu duruma dikkat çekiyor. Örneğin, lüzumundan fazla hızla ilerleyen kentsel dönüşümü belgeleyen fotolar, insanların ellerinden gecekondularını 3 paraya alıp 33 paraya satan ve buna kentsel dönüşüm diyenlere gönderme yapıyor. Sanayiye odaklanan fotolar ise, Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durabilecek bir ülke olabilmesi için daha fazla üreten bir ülkeye dönüşmesi gerektiğini hatırlatıyor, devamlı ithal eden bir ülke değil. İnşaat süreci fotoğrafları; hem, gerçek değerinden kat kat fazlasına satılan sosyal konut kıvamındaki “rezidans”lara, hem de inşa kavramı üzerinden toplum mühendisliği olgusuna dikkat çekiyor. Bunların yanında; gelişmeyi yol yapmaktan ibaret sayan, toplu ulaşıma hala yeteri kadar yatırım yapmayan, özel arabaları kentin merkezinden uzak tutmayı bir türlü beceremeyen, 3. köprü, Kanal İstanbul gibi doğa katliamcısı projelere imza atmayı tercih eden rantçı zihniyetin ürünlerinin fotoğraflarını da bulabilirsiniz. Son olarak, kitabın tartışmaya açtığı diğer bir konu ise, sözde-kapitalist ekonominin vazgeçilmez bir parçası olan sanat ve sermaye arasındaki ilişkiler.

Sergi metinlerinde de “Yeni Türkiye”den ve ona dönük “kişiselleştirilmiş bir belgesel” yaklaşımından bahsediliyor. Fotoğraflarınızda, görsel deneyler ve estetik arayışların belge kavramıyla bir güç savaşına tutuştuğu oluyor mu?

Hayır. Belgesel fotoğraf da çekiyorum; örneğin, Gezi direnişi sırasında çektiklerim. Benim için kurgusal fotoğrafların yeri ayrı, belgesel fotoğrafların yeri ayrı; ama her ikisi de tersine amaçlarla kullanılabilir veya birbirlerini destekleyebilirler. Örnek vermem gerekirse; sanatsal motivasyonla ürettiğim Muta-morfoz serisi İstanbul kentinin talihsiz dönüşümünü anlatan belgesel bir kayıt olarak da kullanabilir, diğer yandan tümüyle belgesel amaçla ürettiğim kentsel yıkım fotoğraflarını sanatsal bir bağlamla da paylaşabilirim.

Bir söyleşinizde “fotoğraf sanatçısı” tanımlamasını kullanılmasını istemediğinizi okumuştum. “Sanatçı” ya da “fotoğrafçı” tanımlarını tercih ediyorsunuz. “Fotoğraf sanatçısı” nitelemesinde eksik ya da hatalı olan nedir sizce?

Her nasıl “heykel sanatçısı”, “resim sanatçısı”, “video sanatçısı” gibi terimleri kullanmıyorsak “fotoğraf sanatçısı” tanımını da kullanmamamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Son dönemlerde fotoğraf alanında sizi en çok heyecanlandıran projeler hangileri oldu?

Serkan Taycan’ın “İki Deniz Arası” projesi beni gerçekten heyecanlandırdı, şimdiye kadar rastladığım hayata en yakın sanat projelerinden birisi. Fotoğraf bize durumun temsilini iletir, bu yüzden fotoğrafçı bir aktarıcıdır ve o bize ne verirse onu kabullenmek durumundayızdır. Halbuki Serkan diyor ki: “Gel kendin bak, kendin gör!” Fotoğrafı temsilden öteye taşıyor bu proje, fotoğraf bir deneyim platformuna, sürece dönüşüyor.

Beni heyecanlandıran diğer bir proje ise, TED Konuşmaları Ödülü alan Fransız fotoğrafçı JR’ın insan portrelerini devasa boyutlarda binalara giydirerek kent ölçeğinde sergilemesi. Genellikle çeşitli toplumsal sorunlara odaklanan, şiddete veya baskıya maruz kalan insanları göz önüne taşıyan JR’ın; Filistin ve İsrail halkı ile gerçekleştirdiği, her iki taraftan portrelerin “öteki” tarafta büyük boyutlarda sergilendiği bir projesi de var. JR’ın icraatlarını anlattığı TED konuşmasını ne zaman öğrencilere göstersem; ya “onu buraya da çağıralım” ya da “biz de böyle bir proje yapalım” diyorlar.

Son olarak, geçenlerde monografik kitabımın son halini kontrole MAS Matbaa’ya gittiğimde, matbaanın patronu Ufuk Şahin Josef Koudelka’nın son projesi “The Wall”un kitabını gösterdi (ki ilginçtir bu proje de Filistin-İsrail çatışması üzerine); tek kelimeyle şahane… Koudelka benim çok saygı duyduğum biri; kendini her zaman aşabilen, bizleri şaşırtabilen ve ne çekeceğini, ne diyeceğini hep merak edeceğim bir fotoğrafçı.

Gerek Türkiye, gerekse uluslararası bazda fotoğraf üretimi ve koleksiyonerliği ne durumda sizce?

Bu soruya genel sanat halleri üzerinden cevap vereyim. Türkiye’de güven yaratan bir ortamın olduğunu söylemek zor. Son beş yıl içinde Türkiye sanatı fiyatları belli aktörler, artokratlar tarafından çok şişirildi. Bu dönemde Türkiyeli koleksiyonerler tarafından sanata ayrılan bütçe daha fazla, sanatçılar tarafından eserlerin üretimine ayırılan bütçe ise görece daha azdı. Galeriler ve sanatçılar bu durumdan bir pay çıkarıp daha şaşaalı, pahalı işler üretmeyi denediler; fakat bunun zamanlaması biraz yanlış oldu diye düşünüyorum, çünkü yanlış algılamıyorsam şayet, Türkiyeli koleksiyonerlerin Türkiye sanatına daha az bütçe ayırdıklarını gözlemlemeye başladım son zamanlarda. Bunun da nedeni fiyatların fazla şişmesi ve dünyaca tanınan önemli uluslararası sanatçıların küçük ebatlı ve/ya görece daha önemsiz işlerinin fiyatlarına yaklaşması ve hatta bazen geçmesi bence. Koleksiyonerler de “bu kadar para vereceksek bari dünya çapında bir isim olsun elimizde!” diye düşünmeye başladılar belki de.

Buradan şu noktaya geleyim: Ülkemizdeki sanat, kültür, teori, araştırma, kitap, yayın üretiminin hacmi, sanatçının rahat bir şekilde üretmeye devam etmesini sağlayacak mertebede değil. Bir çok sanatçı geçim derdinde ve bu yüzden sanat piyasasından gelen baskılara dayanmaları neredeyse imkansız. Devlet deseniz o başka bir mesele; devlet, sanatçısını çoğunlukla “terörist, çapulcu” olarak görüyor zaten, yandaş açıklamalarda bulunmadığınız sürece.

Bu verilerin ışığında, sanatçıyı, üretmeye devam edebilmesi için mali olarak destekleyecek koleksiyoner sayısı olması gerekenin çok altında. Bunun nedeni büyük olasılıkla güvensizlik, geleceğe cesaretle bakamama… Koleksiyoner sanatçının üretiminin sürekliliğinden, sanatçı ise koleksiyonerin desteğinin sürekliliğinden şüphe ediyor. SAHA gibi bir fon havuzunun başlaması çok iyiye işaret, yalnız bu fonların yönetimi ancak özel seçilmiş bazı kişilere erişim sağlayacak şekilde yürütülüyor ve sizi buraya önerecek artokratlarla aranız yoksa buralardan destek almanız çok zor. Bu yüzden bu tür destek fon havuzları sayısının artması gerekiyor.

Paris Photo’dan yeni döndünüz. Bu yılki fuarı nasıl yorumlarsınız?

Açıkça söylemem gerekirse, daha önceleri etkilendiğim kadar etkilenmedim. 2008 ve 2010’da gittiğim iki Paris Photo’da “yeni dünyalar” keşfetmiştim, bu sefer çok sayıda yeni yaklaşım gördüm hissi edinemedim maalesef. Çok sevdiğim işler vardı şüphesiz, fakat genel olarak bakarsak ve amiyane bir tabir kullanmama izin varsa, “dibim düşmedi.” Vintage fotoğrafların önceki senelere nazaran daha fazla sayıda sergilenmiş olması dikkatimi çeken bir başka nokta idi. Klasik fotoğrafların yüzdesinin yükselmesini ticari bulduğumu belirtmek isterim: Eserler küçük ebatlı ve taşıması kolay, bazen edisyon sayısı bile olmamasına rağmen fiyatlar binler veya onbinlerle avro yerine yüzbinlerle avroya kadar çıkabiliyor; kârlı iş…

Az da olsa stand tasarımındaki farklı 1-2 yaklaşım aklımda kaldı; özellikle Japonya’dan Taka Ishii Gallery, hem stand tasarımı, hem sergilenen fotoğrafların kalitesi hem de kartvizitlerinin sadeliği ile ayrı bir yerde duruyordu.

Hemen herkesin akıllı telefonlarıyla sürekli fotoğraf çekiyor olmasını ve dijital iletişim kanallarından bu denli yoğunlukta fotoğraf paylaşılması nasıl değerlendirilmeli / okunmalı sizce?

Daha önce sadece profesyoneller tarafından icra edilen (ya da edilmesi gerektiği düşünülen) yaratı platformları herkesin erişimine açık olunca ortaya bir imge üretimi enflasyonu çıkması çok doğal, ve gerekli. Zaman geçtikçe insanlar bundan bekledikleri hazzı tatmin ettikten, veya ettiklerini varsaydıktan sonra, ilk zamanlardaki kadar yoğunlukla bu eylemi tekrar etmeyeceklerdir diye düşünüyorum. Çektiğiniz fotoğrafların internet veya basılı medyadaki varlığının soluğunu ve değerini zaman belirleyecektir ve bir süre sonra doğal seleksiyon gereğince o fotoğraflar zihinlere kazınacak ya da zihinlerden silinecektir. Yani demem o ki; mevcut imge yoğunluğunu göz ardı etmeli, bu yoğunluk içinde kayda değer içeriği bulabilmek için de sabretmeliyiz.

http://lebriz.com/pages/lsd.aspx?lang=TR&sectionID=1&articleID=1156&bhcp=1

http://tasarimhersey.com/fotograf-sanatcisi-murat-germenle-soylesi/

http://www.timeoutistanbul.com/en/artculture/article/2758/Interview-with-Murat-Germen

http://www.timeoutistanbul.com/sanat/makale/3277/Murat-Germen-r%C3%B6portaj%C4%B1

http://www.radikal.com.tr/hayat/istanbuldaki_yapilasma_terminator_kivaminda-1161583

http://www.haberturk.com/yazarlar/isil-cinmen/894398-bir-fotografla-kitap-yazan-adam

Image

facsimile istanbul #1, murat germen 2012

ilk defa sergilenme / first exhibited @ C.A.M gallery booth, contemporary istanbul art fair 2012

Image

facsimile istanbul #1, murat germen 2012 – detail / detay

Image

facsimile istanbul #1, murat germen 2012 – detail / detay

 

http://ortaformatdergi.tumblr.com/post/17725329272/soylesi-murat-germen-ile-elestiriye-dair